Başlangıç

Tarih: 2 Temmuz, 2008 | Yazar: Hasan Yılmaz

Öncelikle söylemem gerekir ki edebiyat uzmanı, öğretmen ya da dil bilimci değilim. Ancak Türkçe’ye gereken değerin verilmediğini düşünüyorum.

Nereden yazmaya başlayacağım? Anlatacak o kadar çok şey var ki.

Küçülen dünyada diller de birbirinin etkisi altında kalıyor, hatta birçoğu yok oldu denebilir. Bizim dilimiz de ister istemez internete yön veren ingilizcenin etkisi altında.

Bir garip yazıp konuşuyoruz son zamanlarda. Kimilerine göre bu durum normal ve kaçınılmaz bir son; Kimine göre yozlaşma; Kimi de umursamazlık içinde.

Herkesin ortak noktası ise birlikte hareket edememek.

Neden Hedef Türkçe?

Konuya dikkat çekmek istiyorum. Belki bir katkım olur belirsizliğin azalmasına.

Türkçe çoğu defa olumsuz eleştiri yapılarak savunulmaya çalışıldı. Oysa bu eleştiriler umursamazlığı daha da artırdı. HedefTürkçe.com’da da eleştiriler olacak ama gerektiği kadar.

Konuya farklı açılardan bakmak istiyorum. Eleştirilerden çok nedenler ve sonuçlar daha önemli.

Site adı seçiminde ise Oktay Sinanoğlu’nun iki kitabı esin kaynağım oldu:

  • HEDEF TÜRKİYE
  • BYE BYE TÜRKÇE

Okumadıysanız tavsiye ederim. Çok değerli bir bilim adamımızın Türkiye ve Türkçe hakkında çok doğru tespitleri var.

Neler olacak sitede?

  • Yapılanlar hakkında görüşler
  • Faydalı kitaplar
  • Çeviri araçları
  • Çevirisi yapılmış yazılımlar
  • Konuk yazarlar
  • Yanlış kullanıma örnekler

Bunlara eklenecek konular da olabilir.

Ana Konu: Duyurular

2 Responses

  1. Hasan Yılmaz Says:

    hedefturkce.com…

    Daha önce çeşitli yazılarda ve kategorilerde yer vermiştim Türkçe’ye. Uzun süreden beri bekliyor duyurusu; Bir boşluk aradım sadece.
    Sade ve kullanışlı bir tema aradım.Tam bu oldu demişken tarayıcı farklarından doğan sorunlar g…

  2. Fatih Arat Says:

    Dil konusundaki en önemli konu belki de dillerin etkileşimi. Hiçbir dilin olduğu gibi kalmayacağı, bir etkileşime girip değişeceği, geçmişe de baktığımızda, çok açık. Peki “Türkçe?” dediğimiz zaman aklımıza hangi Türkçe gelecek? Öztürkçe’nin çok kısa tek heceli kelimelerden oluştuğunu ve bugünkü yazım ve konuşma dilimizde bu kelimeleri ve ekleri neredeyse hiç kullanmadığımızı biliyoruz. Peki o zaman hangi Türkçe’yi korumaya çalışacağız? Kelimelerimizden uzaklaşmak, yabancı dillerden kelimeleri dilimize dahil etmek mi bizi korkutan?

    Basit olarak isimlendirme çabalarında eskiden TDK’nın yaptığı güzel birtakım işler varmış. “Bilgisayar”, “buzdolabı” gerçekten mucize kelimeler. Peki “televizyon” ? Bence televizyon kelimesi ingilizcenin “television” kelimesinden dilimize girdi diye dilimiz kirleniyor demek yanlış olacaktır. Ki çoğu insan da bunda hemfikir. Ama “bilgisayar” diye bir kelime varken de “pi si (PC)” kelimesini kullanmak abes olabilecektir. Ama dildeki en büyük problem bu değildir.

    Dikkat çekmek istediğim nokta, dilin kirlenmesinin dilin etkileşiminden ayrılması. Toplumsal düzeyde olan bilimsel veya felsefi gelişmelerin öncüsü olan insanlar hangi dili konuşuyorlarsa ürettikleri şeylere veya kavramlara kendi dillerinde isimler koyacaklar, veya dillerde olmayan yeni kelimeler üretecekler ( “blog” gibi mesela, ingilizceye de yeni girmiş bir kelimedir bu), ve internet gibi bir ağ elimizin altında iken, TDK gibi bir kurum kendi uydurduğu dilimize yakın bir kelime ile bu yeni kavramı adlandıramadan hepimiz onu kendi ismi ile duyacağız zaten. Bu da bu yeni ismin veya kelimenin önce kafalarımıza sonra dilimize yerleşmesini sağlayacaktır. Bu da dildeki en büyük problem değildir.

    Siyaset bilimi ile uğraşırken sıklıkla karşılaştığım şey, ingilizce kaynaklardaki birçok kelimenin Türkçe karşılığının olmamasını bırakın, Türkçe’de bir anlam karşılığı yok. Ama gerçekten yok! Yani bu demek ki, o kaynakta anlatılan bir şeyi çevrilmiş te olsa tam anlamıyla Türkçe olarak anlayamıyorsunuz. İngilizce bilmeden o kavramı/kelimeyi anlamanız açıkça mümkün değil. Bence Türkçe’nin tıkandığı en büyük nokta bu. Bugün İngilizce’de 700.000’den fazla kelime varken, TDK’nın çıkardığı en büyük sözlükte, emin olmayarak söylüyorum, 150.000 civarında kelime var. Bunun üzerine İngilizce’ye yaptığımız en büyük ve saçma eleştiri “çok fazla eş anlamlı kelime olduğu ve bazen birtanesini kullanırken kafalarına göre başka bir tane de seçip kullanabilmeleri”. Bilmiyoruz ki o eşanlamlı dediğimiz kelimelerin neredeyse hepsinin anlamı birbirinden farklı, öyle ya da böyle, bir şekilde farklı. Gerçi yapı olarak birbirinden bu kadar ayrı olan iki dili karşılaştırmak ta manasız tabiki, sonuçta belki öyle bir diliniz vardır ki 20.000 kelime ile çok büyük şeyler üretebilirsiniz, çok büyük kavramları tartışabilirsiniz, bu yapıyla alakalı bunu kabul ederim, ekler, kökler, vs… hepsi çok önemli etkenler. Ama bir dildeki bir kavramın diğer dilde bir anlam karşılığı olmaması büyük bir sorun, Türkçe ile ilgili asıl sorun budur.

    Dükkân tabelaları veya “tikky” gençlerimizdeki Türkçe sorunu apayrı bir şey tabiki :) Ama bu bir Türkçe sorunundan ziyade, başlıbaşına bir eğitim sorunu. Her nasıl yapılacaksa, bunu bilmiyorum ama, düzgün bir eğitimle birçok sorun gibi bu yavşak Türkçe sorunu da çözülecektir. Bunu dildeki en büyük problem olarak görmek yanlış olur, bu toplumdaki insanların genel olarak eğitimindeki bir sorundur.

    Türkçe’deki asıl sorun, bu gençlerin sokakta rezil bir şekilde konuşmaları değil, Türk akademisyenlerin Türkçe ile ifade edemedikleri kavramları yabancı bir dil ile kolayca ifade edebilmeleri, Türkçe ile zorlanmaları, dilimizde karşılığı olmayan kavramlar için – ki özellikle bilimsel kavramlardır bunlar – karşılık olmadığını görmeleri.

    Unutulmamalı ki toplum’un en temel öğesi “dil”dir. Bir dilin genişliği, o toplumun gelişmişliği demektir. “Consensus” denen İngilizce kelimenin dilimizde olmaması, bu kelimenin içerdiği kavramların toplumumuzda olmaması demektir. Nihayet ki dilbilimcilerin bu İngilizce kelimeye Türkçe karşılık olarak “oydaşma” demeleri ve siyaset ve sosyal bilimcilerin bu kavramı dilimize de oturtma çabaları, toplumumuzda “oydaşma” kavramını geliştirmeye başlamıştır. Görüldüğü gibi bir kavramı kendi dilinizle ifade edebilmek ve anlayabilmek, dilimize sadece bir kelime değil, toplumumuza bir kavram, bir kültür katmaktadır. İşte dilin asıl önemi budur, dilin etkileşimi budur. Asıl sorun dilin bir kelime içermemesi veya sokakta yavşak konuşan “tikky” gençler değil, dilimizin ifade yeteneği, kavramları ifade edebilme eksikliğidir. Dilbilimcilere, tüm bilim adamlarına kendi alanlarında çok büyük görevler düşmektedir.

Leave a Comment

Please note: Comment moderation is enabled and may delay your comment. There is no need to resubmit your comment.